Aslan
 YAZAR:MAXİME CHATTAM
 KİTAP:LEŞ
 PUAN : 6/10





  Eserler,kitaplar hayat gibidir.Arkadaşlık gibi,dostluk gibidir,Aşk gibi... 300 sayfa yazarsınız,çizersiniz,harikalar yaratırsınız,karşınızdakini,sizi okuyanı sizinle olanı bambaşka dünyalara taşırsınız.Sonra o mutlak son'a gelirsiniz.Yani yeni başlangıçların ilk sayfasına.Ya varolan ile devam edersiniz yeni sayfalarda,yeni dünyalarda,ya da noktalarsınız.Çünkü;hayat da kitap gibidir,insanlar sizin neyi nasıl götürdüğünüze nereye kadar götürdüğünüze bakmaz,neyi nasıl bitirdiğinize bakar.Başarıp-başaramadığınıza.

   Maxim Chattam,bu kitabını bir kitap projesi gibi tasarlamamış.Dizi projesi gibi tasarlamış ve hazırlamış.80 bölümlük bir dizi.. Bu yöntemi işe yaramış mı ? Hani bizde kitap yorumlayanların çok sık kullandığı bir ifade vardır 'çok akıcıydı,çok sürükleyiciydi' onlara hitaben yazılmış,ve evet işe yaramış.




 Ama Polisiye-Cinayet romanlarının genel tekniğine uymayan bir roman.Kalıpların dışına çıkan,marjinal anlamında değil.Kendi kendini kandıran bir roman.Bu yüzden başarılı değil.Buradan sonra ki sözler kitabın genel kurgusuna gidecek ki,bu tarz yazılar kitap inceleme yazısı veya kitabı yorumlamak değil baya bildiğiniz kitabı anlatmaktır.Bu da kitabı okumayanlara saygısızlıktır.

 Eğer Seri Katil olsun da nasıl olursa olsun diyorsanız,okuyabilirsiniz.Ama ben seçici-her şeyi okuyanlardan değilim diyorsanız bu kitap başarılı bir kitap değil.Ve muhtemelen size hitap etmez.Okura saygısı olmalı bir yazarın,özellikle de Polisiye - Seri Katil kitapları yazan yazarların.Her yazarın inişli-çıkışlı dönemleri - kitapları vardır.Bu kitap yazarın dibe vurduğu bir eser.

 Donanım ve sürükleyicilik anlamında başarılı ama geriye kalan pek çok hususta vasat bir eser.Her edebiyat türünün belirli kuralları vardır bunlara uyarak eser meydana getirmek zorundasınız.Bunların dışına çıkmak 'Kural tanımamak' şimdiki amatör tabirle 'Cool olmak' gibi kavramlar ile sizi lanse edenler olabilir ve olacaktır da bunlar edebiyat dünyasının temel mihenk taşlarını bilmeyenlerdir.Bu yüzden Türkiye'nin ve Dünya'nın en üst noktasındaki yazarlar bunları bilen ve bu doğrultuda eser verenlerdir.Tıpkı Ahmet Ümit gibi,Tıpkı Jean Christophe Grange gibi..

Kitabı Satın Almak İsterseniz:Leş 
Aslan
 YAZAR:ELİF ŞAFAK
 KİTAP:ŞEMSPARE
 PUAN :  9/10


 
 Elif Şafak.. Elif Şafak.. Elif Şafak...



   Kendisi hakkında yazılan,çizilen var edilen dünyalara nedense bir türlü inanmadığım,kitapta doğum yeri,kimliği başka ama biraz yaptığım araştırmalarda doğum yeri -kimliği ise bambaşka olan 'gizemli' yazar.

  Aşk kitabından sonra ilk defa bir kitabını okudum,bitirdim.Ve uzun yıllardır okumadığım yazarın,hakkı olan hakkını iade ettiğim kitap.Şemspare..



  İçerisinde kendi deneme ve köşe yazıları olan güzel bir kitaptı.Yazarın dünyasına yapılan bir yolculuk misali.Her şeyden herkesten dolu dolu bahsetmiş.Türklerin dünyasını ve Avrupalıların dünyasını sentezlemiş,karşılaştırmış.Güzel güzel bize bizim gerçek-maskesiz yüzümüzü göstermiş.

Kitap içerisinde en çok 3 yazısı dikkatimi çekti,hoşuma gitti.'Korsan' - 'Yalnızların Gücü'  ve elbette 'Yazar ve Ben' yazıları.Üçü de realist yazılardı,direk yazılanlardı.Bu yüzden sevdim,lafı dolandırmadan-katıksız anlattığı için.

 Velhasıl kelam güzel kitaptı,her kitap okurundan ziyade,kitap yazanların okumasını isteyeceğim ender kitaplardan.

Kitabı Satın Almak İsterseniz:Şemspare
Aslan


Kocaeli maddi imkanları yüksek ama kitabın yeterince ilgi görmediği bir şehir.Bunun sebepleri elbette ki çok fazla.Sıraladıkça sıralayabiliriz.Ama bazıları sorunu görür üstüne gider ve o karanlığa bir mum yakar. 'Kitap Pastası' da bu sorunu gören ve bunun üzerine giden harika bir 'kitap cafe'.Bizde Elif Hanım ile bir röportaj gerçekleştirdik.Şimdi sizlere bu özel röportajı sunuyorum..


 
-1976 Sapanca Doğumlusunuz bildiğim kadarıyla, Sakarya Üniversitesi mezunu ve artık Kitap Pastasını yönetiyorsunuz. Kitaba olan ilginiz merakınız ilk ne zaman başladı?

Hep Vardı, ama son 10 senede daha yoğun bir şekilde kitap okuduğumu belirtebilirim. Aynı zamanda doğalgaz teknikeriyim,1998 yılından 2013 yılına dek Doğalgaz firmalarında çalıştım,10 sene bir firmada 5 sene farklı bir firmada. Ve bu zaman diliminden arta kalan anlarımda kitap okuduğumu belirtebiliriz.



-Lapşıpha Hülya ve Levent Altun burada imza günü düzenleyen yazarlar. Yeni imza günleri düzenlemeyi planlıyor musunuz?

Lapşıpha Hülya ile açılışta imza günü düzenledik, Levent Altun ile de bir ay kadar önceydi imza günümüz. Yeni imza günleri elbette düşünüyoruz, planlarımız dâhilinde bulunuyor. Fakat şu anda yakın bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşmesi muhtemel bir imza günü yok.
















-İnsanlar buraya 30 TL ödeyip bir yıl boyunca üye olabiliyor ve buradan istediği herhangi bir kitabı geri getirmek şartı ile 15 günlüğüne alıp götürebiliyor. İstedikleri zaman bu 15 günlük süreyi uzatabilirler mi? 

Şöyle ki, kitap başkası tarafından talep edilmiyorsa elbette ki var. Haber verdiği sürece opsiyon tanıyoruz. Örneğin çocuğu olan bayan okurlarımız getiremeyebiliyor, haber verdiği sürece herhangi bir sıkıntılık durum söz konusu değil müsait olduğunda getirir. Zaten bizim arşivimizde aynı kitaptan birkaç tane de var. Bazılarından hatta 3-4 adet dahi bulunmakta. Tabi birde şöyle bir durum da var üye olanlara bizim özel yaptırdığımız bir ajandamızı da hediye ediyoruz. Ayrıca şöyle bir gerçek de var biz bu 30 TL’i herhangi bir çıkar veya gelir amaçlı değil var olan sistemin devamını sağlamak için temin ediyoruz. Kitabın başına bir şey gelirse yerine yenisini alıp eklemek için. Haliyle kitap bu kaybolabilir, bir yerde unutabilir, çay-kahve dökülebilir, bir çocuk yanlışlıkla yırtabilir.



-Türkiye’de kitap okunma oranının bu denli az olmasını neye bağlıyorsunuz?

Benim açımdan kesinlikle teknoloji. İnternet, televizyon programları,diziler.. Yani hepsi etkiliyor bu durumu. Teknoloji ilerledikçe kitap okunma oranı azalıyor. Ama elbette sanılanın aksine epey kitap okuyan insan da var.



-Yerli yazarlarımızın dünya edebiyat dünyasına açılamamasının temel eksikliği sizce nedir?

Bilmem nedir? (Gülüyor )  Yani bizim yazarlarımız genel anlamda Aşk kitabı yazıyor. Belki ilgi çekmiyordur. Tabi birde bunun maddiyati kısmı var. Yani çünkü bizim ülkemizde kültürel şeylere çok fazla değer verilmiyor, biraz devlet arkalarında olsa belki açılabilirlerdi dünyaya.



-Kitap Cafe olmanızın yanı sıra burada seminerlerde düzenliyorsunuz, yeni seminerler düşünüyor musunuz?

Elbette var, Madde Bağımlılığı ile ilgili bir seminer düzenledik,Kişilik Profili üzerine bir seminerimiz oldu.Kişilik Profilimiz tekrar istek aldı,seminere katılanlar bu seminerimizden arkadaşlarına da bahsettikleri için bizde yeniden düzenleme kararı aldık.Bunların haricinde doğru nefes almak üzerine bir seminer vereceğiz.Şöyle bir şey de var tabii seminerlerimiz ücretsizdir herkes katılabilir.Üye olmayanlar da katılabilirler.Yani hatta buraya gelip herhangi bir kitabı seçip çayınızı kahvenizi alıp kitap okumak istediğinizde de herhangi bir üyelik şartımız yok.Sadece belirttiğim gibi kitabı evinizde okumak isterseniz üyelik şartımız var,o da kitabın başına bir şey gelirse yenisini temin edebilmek için.Bizim burada herhangi bir ticari beklentimiz yok,yeter ki kitap okunsun..



-Hayalini kurduğunuz bir projenin artık içindesiniz, yaşıyorsunuz. Hayali gerçeğe dönüştürmenin sırrı nedir?

Çok fazla isterseniz olur. Yani benim çok isteyip de başaramadığım bir şey bugüne kadar olmadı. Çok istediğim her şeyi başardım. Mesela küçüklüğümden beri bir dans gösterisinde yer almayı istiyordum ve 2009 yılında bu hayalimi de gerçekleştirdim, baya bunun gibi pek çok şey oldu..

-Kitap Pastası’nın bünyesinde şu an itibari ile kaç adet üye ve kitap bulunmakta?

129 Üye ve 3000-3500 civarında kitabımız bulunmakta.

-Ve Son Sorum. . . Kitapları çok seven biri olarak baktığınızda İzmit’teki okur kitlesini nasıl yorumluyorsunuz? Yani mesela bayanlar mı daha çok kitap okuyor erkekler mi gibi?

Kesinlikle bayanlar. Ben kendi üye listeme baktığımda da bayan sayısı fazla. Çevremde bulunan kitap okuyan kitleye baktığımda da bayanların daha fazla olduğunu görüyorum. Örneğin kitap okumayı seven bir erkek ayda bir kitap okuyorsa, kitap okumayı seven bir bayan ayda 4 kitabı rahat okuyor.



-Ve Son olarak eklemeyi istediğiniz bir şey var mı Elif Hanım?

Yoo, siz zaten genel anlamda buraya dair her şeyi biliyorsunuz. Ama şunu ekleyebilirim mesela, kitap okuma gruplarımız var. Aynı kitabı okuyor yaklaşık 15 kişi sonra kitabı okuduklarında gelip burada tartışıyorlar. Tabi onlar uzun süredir bunu gerçekleştiriyorlardı, bizim kafemiz açıldığında ve onlar da kendi konseptlerine uygun gördükleri için burayı tercih etmeye başladılar. Diğer kafelerde müzik, gürültü bunlar epey oluyor malum ama bunların aksine burası sessiz, sakin olduğu için burayı daha uygun buluyorlar.

Biz şey diyoruz, o sloganımız oldu.’Kitap okumak için çok fazla neden var’ birde ‘Bizim pastamız büyük herkese bir dilim var bu pastada’. Kitap Pastası ismi bana ait. Biz bu projeyi gerçekleştirirken pek çok isim seçeneği üzerinde durduk ama çoğu alınmıştı, bizde ‘Kitap Pastası’ olsun dedik, Pasta gibi olsun…


Kitap Pastası İnternet Sitesi:Kitap Pastası
Aslan


Tarih sahnesinde önemli yer edinen, önemi o kadar yüksek olan ama değeri tam bir zıtlıkla o kadar az bilinen Malazgirt savaşının hakkını iade etmek, itibarını ve önemini tüm kitap ve tarih severlere göstermek amacıyla yazılan 'Malazgirt 1071' kitabının yazarı Mustafa Alican bey, size bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. 

Rica ederim, ben teşekkür ederim. 




- Malazgirt üzerine bir kitap yazmaya nasıl karar verdiniz? Ve bu kitabı kaleme alırken neyi amaçladınız?

Türkiye’nin ve modern Türk insanının, son yıllarda giderek artan bir ivme ile kendi varoluşunu meydana getiren tarihî unsurları keşfe yönelik güçlü bir atılım içerisinde olduğunu söylemek mümkün. Nitekim son yıllarda gerek baskı ve satış rakamları çok ciddi boyutlara ulaşan tarihî kitap sayısı, gerek izlenme rekorları kıran tarihî film ve diziler ya da tarihsel konseptlerin kullanımıyla oluşturulan devasa pazarların bu atılımın bir yansıması olduğunu görmek hiç de zor değil. Ülkemizde uyanan bu tarih ilgisinin yansımalarını siyasetten güncel hayata kadar her yerde temaşa edebiliyoruz. Fakat burada bir sorun var: İlgi konusu olmasını elbette memnuniyetle karşıladığımız tarih, önemli ölçüde Osmanlı ve Cumhuriyet tarihine dayanıyor. Tarih denildiğinde akla Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi geliyor. Bunun kötü bir şey olduğunu söylemiyorum. Ancak ortada ciddi bir oransızlık ve orantısızlık sorunu olduğunu da görmemiz gerekir. Bu iki tarihi de aşan, hatta onları meydana getiren bir Osmanlı-öncesi tarihimiz var. Bu tarihi anlamadan Osmanlı tarihini anlayabilmek mümkün olmaz. Türkiye’nin, bugün Türkiye dediğimiz ve üzerinde yaşadığımız coğrafyanın gerek siyasal gerek sosyolojik anlamda bütünlüklü bir biçimde anlaşılabilmesi, hatta biraz daha ileri gidelim, bugün hâlen sorun olarak varlığını devam ettiren bazı meselelerin tarihsel kökenlerinin çözümlenebilmesi için başka bir yol yok. Fakat bizim tarihe ilgimiz, daha doğrusu toplum olarak tarihe ilgimiz, o dönemlere kadar henüz ulaşamıyor. Bu ise doğal olarak bazı yanlış kanılara, fikirlere, yaklaşımlara ve değerlendirmelere sebebiyet verebilir, veriyor. Bu bakımdan, genelde Osmanlı öncesi dönemin, özelde ise Selçuklu çağının tarihçiler dışında kalan entelektüeller, örneğin gazeteciler, romancılar, siyaset bilimciler, sosyologlar ve kuşkusuz siyasetçiler tarafından okunmaya, tartışılmaya, değerlendirilmeye, incelenmeye ve yorumlanmaya başlanması acil bir ihtiyaç… Benim çalışmam, sanıyorum genel tarih ilgisinin alan olarak biraz daha geliştirilmeye çalışılması, Osmanlı öncesi dönemin en önemli dönüm noktalarından biri olan bir hadisenin tüm yönleriyle ele alınarak belirli bir anlam çerçevesi içerisinde okunması olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla, kitabımın, sözünü etmiş olduğum ihtiyaca dikkat çekmeye dönük bir girişim olarak görülmesini isterim.      

     


-Kitabı okurken, tarih kitaplarında bize anlatılan Malazgirt savaşı ile ilgili bilgilerin ('Selçuklular destansı bir ordu hazırladı, Bizanslılar ile Malazgirt meydanında savaş gerçekleşti, Anadolu topraklarının kapısı Türklere açıldı') tam olarak böyle olmadığına tanık oldum. Siz, bu savaşın tam anlamıyla anlaşılamamasının nedeni olarak neleri görüyorsunuz?

Malazgirt Savaşı ile ilgili olarak toplumumuzda yaygınlık elde etmiş olan bilgilerin bir kısmının yanlış olduğu doğrudur. Bunun en önemli nedeni, ulus devlet inşâsı sürecinde Malazgirt Savaşı’nın kuşkusuz belirli bir açıdan adeta mit haline getirilmek ve kurucu ilke olarak tasarlanmak istenmesidir. Tarihi bir olayın mitik bir tasarım nesnesine dönüştürülmesi, o olayın içini boşaltarak tarihsel anlamını saptırması bir yana, onu tam anlamıyla istendiği ve kurgulandığı bir olay olarak dönüştürme gibi tehlikeli bir risk içerir. Bizim örneğimizde meydana gelen de budur. Malazgirt Savaşı, kutsallaştırılmak adına tarihsel bağlamından koparılmış; esasen bu savaşın ve zaferin kendisinde bulunan özgül değer belli açılardan yitime uğramıştır. Tarihî olay, arzu edildiği şekilde yeniden biçimlendirilmiş, bu biçimlendirilme süreci ise onun özünü tahrip etmiştir. Dolayısıyla; İslâm âleminin yeni temsilcileri olarak Selçukluların bir savunma refleksi olarak sergiledikleri askerî tavır ile elde ettikleri büyük zafer, bazen bir saldırı ve ileri harekât olarak sunulmuş, bazen aslında zaferin elde edilmesinde pek etkili olmayan gayri-müslim Türklerin katılımıyla elde edilen bir Türk-zaferi şeklinde yansıtılmış, tabir yerindeyse, belli bir takım yaklaşımlara dayanak yapılmak maksadıyla bükülmüştür. Bunun nedeni, elbette kaynakların tam manasıyla Türkçeleştirilmemiş olmasının da etkisi bulunsa da, esas olarak Malazgirt Savaşı’nın kısa ve uzun vadede ürettiği sonuçların tam anlamıyla değerlendirilememiş olmasıdır. Bu da son tahlilde tarih anlayışımızın, tarihe yönelik bakışımızın ve tarih denildiğinde aklımıza gelen şeyin “Osmanlı”dan geriye gidememiş olması ile ilişkilidir. Malazgirt Savaşı, henüz tarih okumuzun düşmediği bir tarihî coğrafyada cereyan etmiştir. Bu bakımdan, söz konusu savaşın gerçek anlamıyla idrak edilememesi ile bakışımızda yer alan eksiklik arasında bağ kurabiliriz. Tarihimize bütüncül ve gerçekçi bir bakış açısıyla bakmaya başladığımız zaman, sanıyorum, hayati düzeyde önem taşıyan Malazgirt Savaşı gibi birtakım belirleyici hadiseleri çok daha sağlıklı bir biçimde anlayabiliriz.       




-Şu sıralar devam eden ve Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatan bir dizi var. Bu dizi hakkında olumlu görüşler olduğu gibi bir o kadar da olumsuz görüşler mevcut. Siz bir tarihçi gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir dizi hakkında olumlu ya da olumsuz bir fikir beyan etmek, özellikle tarihsel nitelikli olsa da temelde kurgusal bir metni yansıtan bir anlatım formunu yargılamak sanıyorum benim işim değil… Fakat tarih anlatımı ile ilgili birkaç söz söylemek isterim. Tarih; roman, şiir, düzyazı vb. çeşitli edebî biçimlerle inşâ edilip anlatılabileceği gibi, bu, görsel sanatların kullanımı ile de yapılabilir. Fakat tam olarak kesin bir kanaate sahip olmamakla birlikte, özellikle kurgusal metinlerde gerçek tarihî karakterlerin kullanılmasından bir tür rahatsızlık duyduğumun altını çizmeliyim. Bunu bir tür sorumluluk duygusu ile açıklayabiliriz. Bir Osmanlı hükümdarına yapmamış olması muhtemel şeyleri yaptırmak bana bir tür dedikodu ya da tabirimi mazur görün, iftira gibi geliyor. Aklımın bir yanıyla, yanımızda olmayan biri ile ilgili (en azından olumsuz denilebilecek) tasarruflarımızın vicdanımıza verdiği o korkunç ağırlığı düşünerek bu cümleleri kuruyorum. Fakat tekrar edeyim, bu konudaki kanaatim net değil, hatta aksi yönde ikna edilmeyi bekliyorum. Sorunuza gelince; işaret ettiğim noktayı şerh düşmek koşulu ile kurgu-sanatsal bir metin ile ilgili (olumlu ya da olumsuz) değer yüklü bir değerlendirmede bulunmayı doğru bulmuyorum. Bu tür diziler tarih sayılamaz, dolayısıyla doğru ya da yanlış olarak da nitelendirilmemeleri gerekir. Fakat mevcudiyetlerine yönelik herhangi bir saldırının da asla tasvip edilemeyeceğini, bu tür projelerin yeni tartışmalara, konuşmalara ve incelemelere vesile olmaları açısından son derece önemli işlevler üstlendiklerini düşündüğümü de not etmek isterim. Ne tür bir etki uyandırırsa uyandırsın, hiçbir ilmî ve sanatsal etkinlik linç edilmemeli, zihin açıcı tartışmalara konu kılınarak dekontstrüksiyona tabî tutulmalıdır. Saldırı olarak addedilen tavra yönelik en mantıklı refleks, en fazla söz konusu tavrın metodolojisini kullanma yöntemi olmalıdır.       



-Tarih kitapları dışında okuduğunuz-beğendiğiniz-takdir ettiğiniz yazarlara/kitaplara kimleri-neleri örnek gösterebilirsiniz?

Kendilerini beğeni ile okuduğum ve yazdıklarına hayranlık duyduğum bazı yazarların başında Orhan Pamuk geliyor. Pamuk’un özellikle Kara Kitap ve Kar isimli kitaplarının başucu kitaplarım olduğunu söyleyebilirim. Bunlar dışında merhum Oğuz Atay’dan Tutunamayanlar’ı, Yusuf Atılgan’dan Aylak Adam’ı, Mehmet Eroğlu’ndan Adını Unutan Adam’ı sayabilirim. Yine ortaçağ tarihçiliğinin pîri olan büyük romancı Umberto Eco, Lawrence Durrell ve Haruki Murakami’nin romanları; Nietzsche, Cioran ya da Albert Camus’nün veya yakın dönemlerde coğrafyamızın yetiştirdiği en önemli düşünce adamlarından biri olduğunu düşündüğüm Dücane Cündioğlu’nun çok köşeli metinleri bir çırpıda sayabileceklerim…  



-Romanos Diogenes ve Sultan Alparslan'ın hazin sonu... Tarihte bu denli yüksek hükümdarların bu denli basit bir şekilde ölmeleri gerçekten ilginç. Sultan Alparslan kendi ölümünün nedeninin de farkında. Sizce de tarihte kibir ve gurur hazin sonları peşi sıra getiriyor mu?

Bunun ilginç ve cevap verilmesi çok zor bir soru olduğunu söyleyerek başlayayım. Öncelikli olarak şu hususun altını çizmek gerekir: Tarihî kişiliklerin, örneğin büyük sultanların ya da hükümdarların bazen beklenmedik bir biçimde ölmeleri bizleri şaşırtsa da, esasında ölüm böyle bir şeydir zaten. Bugün de böyledir, geçmişte de öyleydi. Aniden gelir insanlara; herhangi bir zamanda ve herhangi bir vesile ile… Bizim dehşet verici bir savaş esnasında savaşarak ölmesini beklediğimiz ve belki de gizliden gizliye öyle olmasını arzuladığımız, kendisine böylesi bir ölümü yakıştırdığımız bir kahraman bir anda hastalanarak ölebilir. Başarılı bir formula pilotu sıradan bir trafik kazasında, şampiyon bir yüzücü basit bir havuzda hayatını kaybedebilir. Alparslan’ın kendi durumu ile ilgili yargısını gerçek anlamda onun hayatını kaybetme nedeni olarak değil, bizatihî kendisinin bir hayat yorumu olarak görmek gerekir. Öyledir çünkü… Tarih, somut olguların, nedenlerini ve sonuçlarını takip edebileceğimiz vakıaların bilgisidir; gururun ve kibirin ölüme neden olabileceği şeklindeki bir yargı, tarihsel olmaktan ziyade ahlakî ya da metafizik bir değerlendirme olur. Bununla birlikte, gururun ve kibrin insanların tedbirli davranmaktan uzaklaşmalarına neden olabileceğini ve böyle bir durumun ise onların ölümüne sebebiyet verebileceğini söyleyebiliriz. Fakat “hazin sonun” sebebi burada gurur ve kibir değil, gurur ve kibirden kaynaklanan tedbirsizlik olur, bu noktayı gözden kaçırmamak gerekir. Son tahlilde diyebiliriz ki, kibir ve gururun hazin sonları beraberinde getirdiği yargısını en azından tarih disiplini açısından veremeyiz.    
  


-Ve son sorum.. Malazgirt Savaşı’nın anlam ve önemini kitlelere ulaştırmasını sağlayacak kitaplar dışında nasıl bir proje geliştirilebilir sizce?

Anadolu coğrafyasının İslâmlaşması ve bir süre sonra da Türkiye olarak anılmaya başlaması ile sonuçlanan sürecin başındaki belirleyici tarihî hadise olarak Malazgirt Savaşı’nın yeterince ve elbette lâyıkıyla bilinmediği hususu sır değildir. Bilindiği kadarı da maalesef çok dar ilmî çevrelere münhasırdır. Dolayısıyla sizin de altını çizdiğiniz gibi, bu savaşta ve zaferde bulunan kolektif anlamın kitlelere ulaştırılması yönünde temel bir gereklilik olduğunu söyleyebiliriz. Peki bu nasıl olacaktır? Elbette teknoloji aracılığıyla… Örneğin, öncesi ve sonrası ile ele alındığında Malazgirt Savaşı öyküsünden muhteşem bir senaryo oluşturulabilir. Büyük bir gişe başarısı da elde etmesi çok muhtemel olan iyi bir prodüksiyona sahip kaliteli bir sinema filmi çekilebilir. Tiyatro, opera vb. sanatsal etkinlik alanları da bu ve bunun gibi bir çok tarihî hadisenin ülke ve toplum gündemine taşınabilmesi için ciddi bir değer üretebilirler.
Teşekkür ederim. 

Kitabı Satın Almak İsterseniz:Malazgirt 1071
Aslan
 YAZAR:SİR ARTHUR CONAN DOYLE
 KİTAP:GERÇEKLER KANIT İSTER
 PUAN :  7/10




 Korkulan biri olmayı,sevilen biri olmaya yeğlerim diyor Machiavelli.Bu onun şahsi düşüncesi miydi yoksa insanlara insanları göstermek için kendi düşüncesi gibi süslediği gerçeğin ta kendisi miydi ? Gerçeklerin kanıt istediği bu kitapta yer alanlar sahi gerçek miydi ?

 Kitap bittiğinde aklıma ilk gelen soru,yazarın gerçekten yazar olup olmadığıydı.Bu olaylar yani kitapta geçen bazı hikayelerin kurgu olmadığını bizzat yaşandığını düşünüyorum.Hangisi gerçek,hangisi kurgu tek tek yazmam fakat şunu açıkça belirttiğimde aradaki farktan hangilerinin kurgusal hangilerinin yaşanmış olduğunu görebilirsiniz.Son hikaye kurgu değil.Bizatihi yaşanmış ve yaşananlar kurgusal bir dil ile okura aktarılmış.




 Arthur Conan Doyle,Agatha Christie bu yazarlar dünya devleri.Anlatmak istediklerini çok iyi anlattıklarından mı ? İnanılmaz ötesi bir kurgu yaratabildiklerinden mi ? Marjinal oldukları için mi ? Tüm bu soruların tek ve ortak cevabı 'hayır'. Bu yazarların dünya devi olmalarının yegane sebebi insan psikolojisinin derinliklerine hakim olmaları.Ve kitaplarında bunu aktarabilmeleri.Sıradan insanlar bu kitaplar bittiğinde klasik 'vay ki ne vay' derken,özel insanlar bu yazarların kitaplarını bitirdiklerinde korkar.Çünkü,korku da ölüm gibi  gerçektir.

 Dünyanın sayılı yazarları arasına girmenin yollarından birisi de Machiavelli'nin sözüne katılmak ve korku psikolojisini doğru kullanmaktan geçer.Kimi insanlar size hayranlık duyarken,kimi insanlar da sizden korkmalı...

Kitabı Satın Almak İsterseniz:Gerçekler Kanıt İster
Aslan


Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim Serpil Hanım. Kitaplara eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşan ve kitapları çok seven bir kitap okuru ile gerçekleştireceğimiz bu röportajda cevabını merak ettiğim sorularıma sizin de müsaadenizle hemen geçmek istiyorum;





-Serpil Kır.. Kitap kurdu ve bana göre Facebook üzerindeki en iyi kitap sayfasının sahibisiniz. Kitaplara olan bu ilginiz ne zaman başladı ilk olarak?

 Öncelikle çok teşekkür ediyorum. Hayatımda birçok şeyin keyfine varmış birisi olarak eksik olan röportaj teklifinizle, severek okuduğum kitaplar üzerinden sohbet etmek ayrıca bir mutluluk benim için…

Hayatımın dönüm noktası olarak adlandırdığım ilk kitabımı yaklaşık dört yıl önce, kız kardeşim saydığım Tuğba’nın ve ikizim Asi’nin bana çooook uzaklardan gönderdiği Cennet kitabı ile başladım. Ve iyi ki ikinci kez okudum dediğim çok anlarım olmuştur…
(sonra dört kez daha okudum o ayrı)


-Günümüz edebiyat dünyası içerisinde yeni bir kitap türü var artık.’Popüler Kültür’  bu hususta yer alan kitaplar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Olmazsa olmazlar diye düşünüyorum,ama bunu tek yönlü düşünmüyorum.  Her türlü kitap okuyabilmeli insan. Hayatın zorlu zamanlarından kaçıştır bana göre kitap. Okurken eğlenmeli, gülmeli. Bunun için de ’Popüler Kültür’  dediğimiz tarz eklenmeli.

-Pek çok insanın dilinde yer edinen ‘Türkiye’de kitap okunmuyor’ sözüne katılıyor musunuz?

 Yirmi bin insanın her gün geçiş yaptığı bir yerde çalışıyorum,sadece gördüğüm insanları baz alarak cevaplarsam evet Türkiye’de kitap okunmuyor.  Sonra dönüp kitap dostlarıma ve Kitap Rüyası sayfasına bakıyorum ve “ kurunun yanında yaş olanda yanmasın” diyorum…

 


-Türkiye’de bayanlar erkeklerden daha çok kitap okumakta ve bu uçurum her geçen gün artmakta. Sizce bunun ana temeli kadınların daima yeniliğe açık olmaları mı?

Ahhh! Bunu eline ders kitabı dışında kitap almamış birisi ile evli birine sormak kabuk tutmuş yarayı kanatmak gibi  bir bayan olarak bu açıdan bakmıyorum kitaplara.  Bayan okuyucuların dış etkenlerden gelen her türlü eleştiriye verecek bir cevabı vardır ama bir erkek okuyucu eline kitabı aldığında “ne boş işler ya da erkekliğin şanına yakışmayan” gibi saçma eleştirilerle karşı karşıya kalıyor. Çevremde savunduğum çok arkadaşım vardır bu şekilde.  Ve bence hayır, yeniliğe açık olmaları ya da arayış içerisinde olmaları değil, bizler kendimizi olumsuz dış etkenlere kapatıyoruz kendimizi. 

-Türk edebiyatını ve dünya edebiyatını karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? 
   
Her milletin kendi kültürü göz önüne alındığında bu farklılığın Edebiyata yansımaması mümkün mü?  İkisi arasında ki farkı bizler yaratıyoruz aslında.  Dünya edebiyatına gösterilen özeni bizler kendi yazarlarımıza göstermiyoruz maalesef. (kendi fikrimce elbette).  Hem klasiklerimizde hem de günümüz hikâyelerinde inanılmaz eleştirel bir yapıya sahibiz. 




















-Elif Şafak, Ahmet Ümit gibi isimler Türkiye sınırlarını aşan yazarlarımız içerisindeler. Size göre yazarın bulunduğu ülkenin sınırlarını aşması için nelere sahip olması ve kitabında nelere dikkat etmesi gerekiyor?


     Kaleminin gücü bir yazar için en önemli sebep, okurken sıkmamalı ve her türlü okura hitap edebilmeli. Çokça kullandığımız “su gibi akıp bitti sayfalar” dedirtmeli kitap.

-Ve son sorum.. Sizin sözünüz ile son bulsun istiyorum. ‘Okumak İptiladır, Müptelalara Selam’ harika bir slogan, harika bir söz. Kitap okumak dünyalar arasında yapılan sınırsız bir seyahat gibidir, kitap okuyan her insan daimi bir seyyahtır, yeni dünyalara yolculuk eden. Siz Kitap okumayı nasıl yorumluyorsunuz?

Kaçış noktalarım diye adlandırsam en doğrusu olur sanırım. Her yeni kitap benim için masalsı bir dünya. Ve bu dünyanın içine çekebiliyorsa beni, elime aldığım kitabımla yepyeni arkadaşlıklar kurabiliyor ve geriye dönüp baktığımda hala hatırlayabiliyorsam dünyanın en mutlu insanı benim. Onlar benim kısa süreli de olsa unutamadığım dostlarımdır…


  Yaşam Portre
 
En beğendiğiniz yerli yazar: İskender Pala ( Üst komşum olmasından değil (: )
En beğendiğiniz yabancı yazar: Judith McNaught ( O benim kraliçem )
En beğendiğiniz Polisiye kitap: Bıçak Sırtı (Tess Gerritsen) (ilk polisiyem)
En beğendiğiniz Aşk kitabı: Cennet (Judith McNaught) ( aynı zamanda ilk kitabım)
En beğendiğiniz Fantastik kitap: Alacakaranlık ( ilk okuduğum için sanırım)
Tuttuğunuz takım: GALATASARAY
En beğendiğiniz yayınevi: Ephesus ( çok zor cevapladım kayıtlara geçsin lütfen (: )
En Sevdiğiniz yemek: Şuan diyette olduğum için makarna 
En Sevdiğiniz sanatçı: Sezen Aksu ( ama bu aralar “baek ah yeon” tavsiye ederim)
İstanbul’da yaşamasaydınız nerede yaşamak isterdiniz: Memleketim Trabzon'da.

Okumak İptiladır, Müptelalara Selam Olsun…

Sevgiler Serpil KIR….
 

Kitap Rüyası Sayfası:Kitap Rüyası
Kitabı Satın Almak İsterseniz:Cennet