Yakın Geleceğin En Büyük Tarihçilerinden(Her ne kadar o bunu kabul etmese de . . ) Nesrin Kanberoğlu İle Yaptığımız Söyleşimiz
Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için
teşekkür ederim Nesrin Hanım.Sizin Geleceğin Türkiye tarihçileri içerisinde
marjinal yerinizde olacağınıza yürekten inanıyorum,başarılarınızın aralıksız ve
durmaksızın devamını dilerim.Sizin de müsaadenizle sorularıma geçmek istiyorum
;
-Kendinizi düşünce ve yönetim tarzı
olarak baktığımızda en çok hangi Osmanlı Padişahına yakın hissediyorsunuz ?
Öncelikle Röportaj teklifin ve güzel sözlerin için teşekkür ederim,ancak benimkisi doğruları arayıp bulmak ve yazarken tarafsiz kalmaya çalışmaktan başka bir şey değil.Gelecekte ne olurum bilmem ama şunu biliyorum ki günümüzün yetişen tarihçileri cidden çok çalışkan,arastırma ruhuna sahip hepsi tarihi bilimsel seviyeye taşıma çabasında arkadaşlar,bu yüzden inanıyorum ki yeni nesil tarihcilerimiz önemli isimle olacaklar ve Türkiye bu açıdan çok şanslı benimki de onların yanında mütevazi bir çaba,sorunun cevabına gelecek olursak ;
√Aslında öyle çok padişah var ki,
düşüncesine ortak olduğum, azmine, zekasına hayran kaldığım saymakla anlatmakla
bitirebilir miyim bilmiyorum. Ya da içlerinden yalnız birini alıp işte O
diyebilir miyim Yaptığı reformlar yüzünden tahtan indirilip daha sonra
katledilen III. Selim’i mi, getirdiği bir sürü yenilik dolayısıyla halkı
tarafından “Gavur Padişahı” olarak anılan, İstanbul’da ilköğretimi ilk kez
zorunlu hale getirip Avrupa’ya öğrenci yollayan, meşrutiyet ve cumhuriyetçi
kadroları oluşturacak olan Mekteb-i Harbiye’yi, Tıbbiye’yi açan ve daha bir çok
şeyin önderi olan II. Mahmut’u mu, Tanzimat ve sonrası dönemin yenilikçi
padişahları mı yoksa Sayın İlber Ortaylı’nın da dediği gibi “o dünyanın-yani
tüm dünyanın” son universal imparatoru olan II. Abdülhamit’i mi söylemeliyim
bilemiyorum. Ama bu yazdıklarıma bakınca fark ettiğim nokta yenilikçileri
sevdiğim kısmı oldu. Ama sanırım bende en çok ön plana çıkan isimler sanırım
Sultan II. Mahmut ve kendini imparatorluğun her tarafında hissettirebilmesi
açısından ve hatta dış sorunlar bab-ı aliye yansımadan bireysel girişimleri ile
çözüp akan kanı durdurması açısından II. Abdülhamit diyebilirim. Hatta daha
ileri gidip Sayın İlber Ortaylı’nın da dediği gibi “Sultan II. Abdülhamit , I.
Abdülhamit dönemi yaşamış olsaydı Osmanlı’nın şark dünyasındaki kaderi değişmiş
olurdu” . Ama dikkat ediniz Osmanlı yıkılmış olmazdı demiyorum, Osmanlı'nın
şark dünyasındaki kaderi değişmiş olurdu diyorum. Ben hep Yakınçağ
padişahlarından bahsettim ama tabi önümüzde “halkı tarafından en çok nefretle
anılan” çok katı politikalar getirmiş olup ama aynı zamanda merkezi bir Osmanlı
Devleti yaratmış olan Fatih Sultan Mehmet örneği var. Yönetimsel bazda bu
isimleri incelediğimizde, hepsi kendi dönemi için doğru olan sistemi uygulamaya
çalışmıştır. Unutmamak lazım ki bugün gelinen cumhuriyet sistemi bir silsilenin
devamıdır. Ayrıca dönemin de gerekliliğidir. Belki bunu her sorunun içinde
söyledim ve sürekli kendimi tekrar ediyor gibi görünüyorum ama, dönemin
şartlarını iyi bilmek, resmi iyi okuyabilmek gerekir, bugün bilgisayarımızın
başından, (dünyanın bir ucundaki haberleri anında öğrenebildiğimiz noktadan)
dönüp de tabiî ki de cumhuriyet en doğrusudur Osmanlı da bunu yapmalıydı demek,
ancak cahillik göstergesi olur. Ayrıca hatırlatmak isterim ki ilk Meşrutiyet
zamanı mecliste 46 gayr-i Müslim, 69 Müslüman vardı. Bu hali ile Osmanlı
Meclisi dünyayı şok eder nitelikteydi. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde böyle bir
meclis sözkonusu değildi. Evet Avusturya-Macaristan Meclisinde Çek, Hırvat,
Sloven, Slovak, Polonez ve Ruten vardı ama bu unsurların sayısı çok çok azdı.
Yine 1905 Rusya’sın’da Duma’da farklı unsurlar vardı ama onlar da yok denecek
kadar azdı. Gerçi bu meclis çok uzun ömürlü olmasa da sonuçta böyle bir meclis
var olmuş ve bu yönü ile tarihe geçmiştir. Zaman, kendi kurallarını ve
kurumlarını yaratır, yani her idare sistemi kendi döneminin koşullarında
geçerlidir, ve geçerli olacaktır. Aksinin yaşamasına zaten halk izin vermez.
Bir yerde isyanlar patlar, düzen bozulur.
-Şimdiye dek okuduğunuz tarihi roman
yazarları içerisinde en ön plana çıkan hangi yazardı ?
√Öncelikle Ayşe Kulin, her kitabı harika,
sizi alıyor ve tarihi sürecin içine öyle bir sürüklüyor ki, o süreçten ayrılmak
istemiyorsun zaten bu yüzden, kitabın ne zaman bittiğini de anlamıyorsun ama
O’nun dışında yine en az O’nun kadar başarılı başka yazarlar da var. Amin
Maaloof, Corci Zeydan, William Stearns Davis, Régine Deforges, Harold Lamb, ki
zaten bu isimlerden bazıları aslen tarihçi edebiyat alanında da bir o kadar
başarılı isimlerdir.
-Osmanlı tarihinin size göre yüzyıllar
boyunca yapmış olduğu en büyük hata nedir ?
√2 hafta önce dersteyken aynı soruyu
arkadaşlarımdan biri hocama sordu, hocam hiç tereddütsüz “batıda ve doğuda
toprak kazanma sevdası ve tabi yüzlerce yıl bunları elde tutma sevdasıydı dedi
ve ekledi, savaşa para dökmekten devletin iç unsurları arka plana itildi,
bilimsel ve teknik olarak geri kalındı. Avrupa ya da Amerika ciddi şekilde
ilerleme kaydederken Osmanlı hala toprakları ile uğraşıyordu” Bir bakımıyıla
hocamızın söylediği şey %100 doğru ancak diğer yandan Osmanlı bir
imparatorluktu, o toprakların sahibiydi. Avrupa her savaş açtığında, Osmanlı
toprağından bir parça ele geçirdiğinde “buyurun sizin olsun, biz içerideki
dinamiklere bakalım” demek, tarih seyrinin bu şekilde ilerleyip yüzlerce yıl
sonra bilim ve teknikte Türkiye’yi çokça geçmiş bir Avrupa ve Amerika’nın var
olacağını ve hatta Türkiye diye bir devletin var olacağını hayal edebilmek
mümkün olmasa gerek. Aslen Osmanlı 15.yy’dan itibaren Avrupa’daki askeriye,
tıp, fen, hukuk ve yönetimsel bazdaki gelişmeleri yakınen takip etmiş ancak,
ilerlemekte olan diğer alanlardan bilhassa sosyal alanlardan bir şey almamaya
çalışmıştı. Avrupa etkisini yurda sokmaktan korkarak halkı korunaklı ve ahlaklı
tutabileceğine inanıyordu. Halbuki Süleyman Nazif’in de dediği gibi “gramafon
içeri, müzik dışarı, halı dokuma tezgahı içeri halının üzerindeki motif dışarı”
derseniz, bir şeyler eksik kalır üstelik de yanlış gider. Hemen aklıma gelen bir
örneği vermek gerekirse, Kavalalı Ordusu ile Osmanlı ordusu, Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’nın Osmanlı’ya isyan etmesi sebebiyle Nizip’te karşı karşıya gelir.
İki ordu askeri güç olarak hemen hemen eşit durumdadır, ilk etapta aldığı konum
dolayısıyla Osmanlı Devleti üstün görünmektedir. Bu sebeple ordudaki Prusyalı
subay ertesi sabah derhal saldırmayı teklif eder ancak ordudaki ulema “yarın
Cumadır mubarek gündür” diyerek karşı çıkar. Ertesi günün akşamı halen üstün
konumda olduklarından dolayı Prusyalı subay yine derhal saldırmayı teklif eder,
bu seferde aynı ulema “ani baskın padişahın adını lekeler” diyerek karşı çıkar.
Osmanlı ordusu saldıracakları zamana karar vermeye çalışırken Kavalalı ordusu,
Osmanlı ordusunun kanatlarından birini aşmayı başararak orduyu sarar, durumu
fark eden Prusyalı subay, derhal hareket edip Birecik yönünden geri çekilinirse
hasarsız kurtulabileceklerini ifade eder ancak bu seferde ordunun kumandanı
Hafız Paşa “padişahın huzuruna geri çekilmiş bir halde varamam” deyince 2 taraf
arasında savaş vuku bulur ve Kavalalı ordusu 4 saat içinde Osmanlı ordusunda
büyük bir kıyım meydana getirir, üstelik bunla da yetinmeyip Osmanlının
Çanakkale’deki donanmasını da alıp Mısır’a götür. Osmanlı, en kritik anlarından
birinde donanmasız ve askersiz kalır. Yani diyeceğim o ki buradaki Prusyalı
Avrupalıdır, savaş tekniğini bilir ama ordunun içindeki ulema ve asker kafası
Osmanlıdır, Prusyalı gibi düşünmekten uzak olduğu için savaş kaybedilir ki bu
oldukça basit ve bu işin yalnızca askeri kanadına bir göndermeydi. Saray
içindeki rekabet, yolsuzluk, rüşvet, çürümüş sistem de olayın başka yönlerinden
biridir. Devleti ileriye götürmek adına yapılan her adıma ket vuran saraylı
sürüsü. Tıpkı "Devrim Arabaları" filminde engellemeye çalışan kesim
gibi…filanca paşanın yönettiği savaş kazanılamasın ki filanca paşa işinden
azledilsin yahut kellesi vurulsun diye rakibi filanca paşa tarafından savaşa
giden askerin iaşesinin kestirilip İran’da ki askerin düşman karşısına çıkmadan
açlıktan kırdırılması gibi…Tanzimat’ı uygulamaya çalışan kesime karşı ulema,
ayan, sarraf kesiminin, çıkarları yok olacağı için buna karşı çıkıp, halkı da
din elden gidiyor diye kışkırtması gibi…Çıkarlarına uygun bulmadıkları için
devletin padişahlarını kendilerine oyuncak edip, hâl etmek için yabancılardan
borç para alıp daha sonra o parayı ödemediklerinden dolayı Fransız Devleti’nin
kalkıp alacağa karşılık olarak Middilli Adası’nı ele geçirmesi gibi… Devletin
sadrazamının (Said Paşa) kendi emlak vergisi borcunu sildirmek için kanun
çıkarıp, 6 ay sonra (yani borçları sıfırlandıktan sonra) kanunu geri getirmesi
gibi, sarayda sırf insanları devlete bağlayabilmek adına onlara bol keseden
para dağıtılırken devletin en sorunlu bölgesi olan Balkanlardaki asker, polis
teşkilatına maaşlarının düzgün ödenmemesi, hiyerarşide liyakata dikkat
edilmemesi gibi…Daha yazılacak öyle çok şey var ki, ayrıca burada hep
padişahlardan ziyade saray eşrafını suçlar gibi göründüm ama Tahsin Paşa’nın da
dediği gibi “henüz doğmuş erkek çocuğuna daha beşikteyken çavuşluk rütbesi
isteyen falan nazır, bu rütbeyi veren Sultandan daha mı az kabahatlidir?” Yani
Osmanlı dıştan gelen müdahaleden çok, içten gelen müdahaleden kaybetmiştir.
-Ve size son sorum Nesrin Hanım,Sizce Mustafa
Kemal Atatürk sadece bir iki yüz yıl öncesinde Osmanlı hanedan üyesi olarak
dünyaya gelmiş olsaydı ve iktidarı ele geçirme başarısını gösterdiğini de
varsayalım günümüz tarihi çok daha farklı şekillenmiş olabilir miydi ?
√Büyük ihtimalle bu sorudaki beklenti
“evet, eğer O çok daha evvel yaşasaydı Osmanlı yıkılmazdı, tarih farklı bir
seyir alırdı” şeklinde, ancak bunun cevabı o kadar basit değil. Çünkü
olabilecekleri öngörebiliriz ama olmamışın üzerinden tahmin yapmak zor. Ama
bazı dinamiklerin varlığı bizi belli neticelere sürükleyebilir. Çünkü kişiler
kadar tarihi süreç ve olayların gidişatı da önemlidir. Bir de sorunun şu yönü
var, “M. Kemal bir Osmanlı padişahı olsaydı” kısmı, eğer soru bunun yerine M.
Kemal, İttihatçıların döneminde olsaydı. 2. Meşrutiyeti ilan ettiren Enver Paşa
değil de M. Kemal olsaydı ne olurdu, cevabını vermek daha kolay çünkü M. Kemal
de Enver Paşalar gibi aynı ortamda, aynı okullarda yetişmiş, aynı duygularla
hareket etmiş, ve aynı tarafta var olmuştu. Yani sarayda hanedan üyesi olarak
değil, askeriye de “ülkeyi yıkıma sürükleyenin padişah ve yönetim şekli”
olduğuna inanarak yetişmişti. Yani o dönemin çoğu aydınında olduğu gibi O'nda
da Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen yenilikleri yapma düşüncesi vardı. M.
Kemal 1 yüzyıl öncesi bir padişah olarak doğmuş olsaydı ne olurdu, kısmını
analiz etmeye çalışırsak, 1.si, yukarıda bahsettiğimiz askeri kanatta değil
hanedan kanadında doğmuş olacaktı. Hanedanın verdiği eğitimi, geleneği
alacaktı. İnsan kişiliğini oluşturan insanın yaşadığı ortam ve hayat olduğunu
göz önünde bulundurursak. Eğer bir padişah olsaydı, tutup da bir cumhuriyet
yönetimi kurmaya kalkışacağını düşünmüyorum, ama kişiliğindeki yenilikçi ruhun
o zaman da var olacağını varsayar isek tabiî ki de bir padişah olarak devleti
kalkındarmak için gerekli yenilikleri yapmaya çalışacaktı. Ve 19.yy
padişahlarının karşılaştığı iç problemlerle karşılaşıp, bu problemleri yok
etmeye çalışacak belki bu sefer tıpkı onlar gibi zaman zaman askeriyeye, zaman zaman
zaman ulemaya zaman zaman âyanlara karşı mücadele edecekti. Ama kaçınılmaz bir
gerçek var ki, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını engelleyemeyecekti. Osmanlının
son padişahı da olsa, sondan 3. Padişahı da olsa bu mümkün değil, çünkü dönem
farklı bir dönem, dünyada bir yangın çıkmış, hem de sizin topraklarınızda ve
siz şimdi gelmiş bir adamın tek başına bu yangını söndürebileceğini düşünmek
istiyorsunuz ki böyle bir şey yok, eğer bu bir insan gücü ile engellenebilseydi
bu işi yapabilecek kişi Sultan II. Abdülhamit’ti. Çok güçlü, çok büyük bir
isimdi. Ancak devletin parçalanmasına karşı koyamadı, tahttan indirilmeseydi de
karşı koyamazdı sadece parçalanma zamanını geciktirirdi. Yani tarihi süreç,
olaylar dünya dinamikleri bazen ve hatta çoğu zaman kişilerin önüne geçiyor, bu
şahıs ne denli önemli bir isim olursa olsun hızla akan bir nehirde ters
gidemezsiniz. bir son gelecekse gelecektir, bir dönüşüm yaşanacaksa
yaşanacaktır. Ve Osmanlı Devleti de dünya ile birlikte o büyük değişime
kapılmıştı, şimdi siz gelmiş bir adamın, tüm dünyanın kapıldığı önüne Osmanlıyı
da kattığı bir yangını, değişimi durdurmasını bekliyorsunuz. Böyle bir şey
mümkün değil.
Yorum Gönder